Şiir[1], duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden (vb.) süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, ozanların, sözcüklerin sözlük anlamlarına kimi zaman değişik anlamlar da yükleyerek, dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturdukları, imgelerden, simgelerden, söz sanatlarından, ritimden, uyumdan (vs.) yararlanarak ortaya koydukları, okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünüdür.
Bir başka söyleyişle, şiir, yazınsal bir anlatım biçimi olarak düzyazı sayılmayan yazın ürünüdür.
O halde şiir;
- Duyguları dile getirir.
- Çağrışımları dile getirir.
- İzlenimleri dile getirir.
- Bir söz sanatıdır.
Kimisi, yürüyüş ile raks (dans) arasındaki farkı, düzyazı ile şiir arasındaki farka benzetir (Suut Kemal Yetkin).
Kimisi, “şiir, bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır” der (Ahmet Haşim).
Kimisi, şiirin hiçbir anlamı olmamasını değil, o anlamı bağırmaması gerektiğini söyler (Salah Birsel).
Kimisi, “şiir bir şey anlatmaz, anlaşılmak için de değildir” der (İlhan Berk).
Ve kimisi de “şiirin en kötüsü akılla yazılanıdır” der (Oktay Rifat).
Ezcümle, kişi şiirden neyi anlamak isterse, dizeler de onu anlatır.
Pekiyi de şiir bize ne anlatır? Gelin bunun cevabını şairlerin dizelerinde arayalım…
- Şiir bazen, yaşamdaki uğraşların karşılığını alamamanın öfkesini anlatır:
“…
Ne payem oldu ne sayem
En doğruya varmak gayem
Düşüncemdir tek sermayem
Alan yoktur satamadım
Suları ıslatamadım
…” (Abdurrahim KARAKOÇ, Suları Islatamadım)
- Şiir bazen, yaşanan kayıpları çocuklar üzerinden anlatır:
“…
İnsanlar kaybedilirken ey çocuk
İnsanlık adına
Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk
Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından
Hangi mavilikler karşılar seni
Kıyılar zincir olmuş bileklerde
Dalgalar yargısız infaz
Al kalemi eline ey çocuk
Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz” (Adnan Yücel, Adı Kayıp)
- Şiir bazen, kişinin kendi öznesinde saklı dramını anne figürü üzerinden anlatır:
“Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
…
Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..” (Ahmet ERHAN, Oğul)
- Şiir bazen, umudu tabiat üzerinden anlatır:
“Soluk bir ay dolanıyor
kentin üstünde her gece
Her gece bilge bir gezgin
tavrıyla adımlıyor yolunu
…
Belli ki dağların, denizlerin
ve göllerin üzerinden
sıyrılıp gelmektedir seher
Belli ki yakındır
doğayı ve hayatı sarsacak saat” (Ahmet TELLİ, Sıyrılıp Gelen)
- Şiir bazen, yaşamın yükünü, sıkışmışlığı, yaşanan acıları, dramı anlatır:
“pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
*****
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü
…” (Arkadaş Zekai ÖZGER, Pencere)
- Şiir bazen, insanın kibrini, yarattığı putu salih bir peygamberin mücadelesi üzerinden anlatır:
“ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
*****
güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim
…” (Asaf Halet ÇELEBİ, İbrâhim)
- Şiir bazen, aşkı sevgili üzerinden anlatır:
“Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
*****
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
…” (Atilla İLHAN, Ben Sana Mecburum)
- Şiir bazen, denizi anlatır:
“…
Deniz dediğin bir tarladır
Üstünde başıboş rüzgâr
Gönlünce at oynatır
Üstünde bir avuç tuzlu köpük
İçinde milyonlarca yürek
Milyonlarca öpücük
Bir insan eli arar konacak
Bir insan eli muhkem, sıcak
…” (Bedri Rahmi EYÜBOĞLU, Deniz Türküsü)
- Şiir bazen, yaşamı rüzgâr üzerinden betimler:
“Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.
…” (Cahit KÜLEBİ, Rüzgâr)
- Şiir bazen sılayı anlatır:
“…
Yurdum olmadan sıladayım
Kimsem ölmeden yasta
Yollarda gözlediğim ne
Mektuplarda beklediğim ne
…” (Bülent ECEVİT, Göçmen)
- Şiir bazen, kişinin kendisine yüklediği günah yükünü Yaradan üzerinden anlatır:
“Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
…” (Cahit ZARİFOĞLU, Sultan)
- Şiir bazen, ölümün erken inişine serzeniştir:
“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…” (Cemal SÜREYA, Üstü Kalsın)
- Şiir bazen, doğum gününü konu edinir:
“Bu gün dünyayı istediğin bir renge boya
Rengârenk batan günü al karşına
Bir renk de kendinden kat
Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak
Kapat gözlerini bir hikâye yarat
Vazgeçme hissedilir biraz da sıcaklığını kat
Kalbindeki elleri bırakma sıkıca tut
Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt
Yalnızlığın saltanatını sür, sür ama
Birikmiş sevginden, herkese bir parça ver
Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana
Mutlu yıllar, mutlu yıllar sana…” (Can YÜCEL, Mutlu Yıllar)
- Şiir bazen, aşkı; çocukluk, yalnızlık (vb.) üzerinden anlatır:
“Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum…
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
…” (Didem MADAK, Siz Aşk’tan Ne Anlarsınız Bayım)
- Şiir bazen, çaresizlikte sığınılacak limanı Yaradan üzerinden anlatır:
“…
Güneş kanlar içinde yavaş yavaş boğulur.
Karanlık kuşanır pusatlarını
Titretir bozkırların başıboş atlarını
Yıldızlar uzakta Kehkeşanlara sığınır
Ben sana sığınırım…” (Dilâver CEBECİ, İltica)
- Şiir bazen, hayatın, çevrenin insanlarda yarattığı işe yaramazlık duygusu, başka kimselerin yaşamları, davranışları üzerinden anlatır:
“…
Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.
…” (Edip CANSEVER, Çağrılmayan Yakup)
- Şiir bazen, mahpusluğu, sıkışmışlığı ve çaresizliği bir görüş günü üzerinden anlatır:
“Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba!
İzin olsun hapisane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaranın ateşi
Gitme dayanamam” (Enver GÖKÇE, Görüş Günü)
- Şiir bazen, yaşamayı anlatır:
“Yaşamak öyle güzel öyle derin
Bir dostun sıcacık merhabasında
Yürekten gülüşünde
Yaşamak güzel şey
Ellerin sevdiğinin ellerinde
Gözlerinde sevgi dolu bakışlar” (Gülten AKIN)
- Şiir bazen, acıyı toprağın nadasa bırakılmasına benzetir:
“Sevdanın mumu yatsıda söner.
Sönecek.
Doyan açlık gibi
ansızın
isimsiz bir doyumla
kuralsız bir oyunla
görünmez ellerle
kapkara bir kerpetenle
sökülen yürekten
pastoral sesler bekleme!
Beklemeyin kuş sesleri arı vızları
peygamber çiçekleri üzerinde
ses verir yerine. Bir konçertodur
yanılsamalar.
Korku birinci keman, bas bariton bir çello,
Ay geçer, yıl erişir.
Nadasa kalır acılar
o esrik tarlada.
Bir de ölü bir kuzgunun,
siyahta unutulan telekleri.
‘Burada bir zamanlar hayat vardı’
gibi duran. Öylece sessizce.” (Hale KORAY, Nadas)
- Şiirler bazen, Türkiye’mi, ülkemizin ırmaklarını, dağlarını anlatır:
“7 Ekim 1951
Bir soğuk, bir karanlık, bir ıssız geceydi
Otuz kişiydik, ağzımızı bıçak açmıyordu
Seni gördük kamyonun penceresinden
Keyifli keyifli akıyordun
Hepimiz tutup cigaralarımızı yaktık
Türkü söyledik.” (İlhan BERK, Kızılırmak)
- Şiirler bazen, vatanı anlatır:
“…
Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye
Sanatında yol gösteren ilimle fen Türkündür
Hirfetleri birbirini daim eder himâye
Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türkündür
Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın!” (Ziya GÖKALP, Vatan)
- Şiir bazen, sevgilinin gidişini anlatır:
“Gidiyorsun… Vakit, kıyamete ramak kala.
Bağrıma öyle bir sur üflendi ki,
Daha birinci evrede yıkıldı gönlümün gül ruh sütunları.
Sen bensizliğe giderken, ben şimdiden sensizlikte kök saldım gül yüzlüm.
Sessizliğe büründüm, sessizliğini dinledim attığın her adımda.
Gözlerine bakmamak için yumdum gözlerimi…
Ağladım, içime aktı gözyaşlarım.
…
Sen gittin;
Hasret dağının gölgesinde kaldım…
Hasretinden Güneş görmedi yüzüm,
Yerimde saydım..
…” (Kadim DOLUNAY, Gidiyorsun)
- Şiirler bazen, gurbetten seslenir; acıların, çekilen zahmetlerin cevabını sıradan bir gülümsemede arar:
“Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
…” (Kemal BURKAY, Gülümse)
- Şiir bazen, yaşamadaki her şeyin tekrarladığını, hiç kimsenin öğütten, geçmişten dersler çıkarmadığını anlatır:
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” (Mehmet Akif ERSOY, Kıssadan Hisse)
- Şiir bazen, en dehşetli vakitlerde bile mücadeleyi, umudu yitirmemeyi, yurt sevdasını, ülkenin kıymetini anlatır:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
…” (Mehmet Akif ERSOY, İstiklal)
- Şiir bazen, bir ülkenin inikadının esasen ölümüne bir direnişin eseri olduğunu söyler:
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı!”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi yahut kafesi!
…” (Mehmet Akif ERSOY, Çanakkale Şehitlerine)
- Şiir bazen, bir vapur yolculuğunun çağrışımıdır:
“Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi, kahveci, gazozcu
Şinanay da şinanay.
*****
Müslümanı, yahudisi, urumu
İsporcusu, ihtiyarı, veremi
Kiminin saçı uçar, kiminin eteği
Şinanay da şinanay.
*****
Estirir de ada yeli estirir
Seni sevindirir beni küstürür
Lüküs kamarada kimler oturur
Şinanay da şinanay.” (Melih Cevdet ANDAY, Şinanay)
- Şiir bazen, acıları kuşlar üzerinden anlatır:
“Bak, acı çekiyor.
Günün karşısında
kar kadar suskun
ipek üzerine çizilmiş
sırçadan çan
olağandışı bir hüzünle
yaşamı bağlıyor
ölümü de gökkuşağıyla:
Düşümü de değiştiriyor
çok yabancı bir şeye.
…” (Mübera PASİÇ, Sırça Martı, Çeviren: Fahri KAYA)
- Şiir bazen, bir ulusun topyekûn kurtuluş mücadelesini anlatır:
“…
Erzurum’un kışı zorludur balam,
tandırında tezek yakar Erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.
Erzurum’da kavaklar, balam,
Erzurum’da kavaklar tane tane,
kavaklarda tane tane yapraklar.
Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
Erzurum’da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.
*****
Erzurum’un düzdür, topraktır damı.
Erzurum güzelleri giyer, balam,
incecik ak yünden ehramı.
Yürek boynun büker, balam,
Erzurumlu türkülere.
Halim selimdir Erzurum’un adamı
ve lâkin dönmesin gözü bir kere!…
…” (Nazım Hikmet RAN, Kuvayı Milliye)
- Şiir bazen, sevdayı ve sevilenin kıymet bilmezliğini anlatır:
“Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi ta içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
*****
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.” (Nazım Hikmet RAN, Herkes Gibi)
- Şiir bazen, ulu Mevla’mın yarattığı en güzel varlık olan, hakları ödenmez annelerimizin en güzel günlerini anlatır:
“yeşildir artık yüreğinde kara bulut
bugün anneler günü annem beni unut
*****
evde acılar koynuna yan gelip yatmış
inadına giyin sen de mayısa batmış
yürü sokakta çocukların düşü aksın
yürü ki saksıda çiçekler sana baksın
*****
diline genç anılarından bir türkü seç
beş yıl büyüdüğüm okulun önünden geç
ıslanırsa anıların güneşte kurut
senin günün bugün unutma beni unut
gök mavi deniz mavi tam kıyısında dur
durma eteğinden beni bir daha savur
*****
annem yıldız kayıyor içinden dilek tut
koşuyor sana kısa pantolonlu çocuk
gözünde gözümde gözlerinde bin umut” (Nevzat ÇELİK, Anneler Günü)
- Şiir bazen, insanın kendisini anlatır:
“…
Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?
Bu aklıkta, minarem mavi benim.
Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
insanlığa!” (Nilgün MARMARA, Çok Güzel)
- Şiir bazen, ne uğrana öldürüldüğü belli olmayan bir can için kaleme dökülen sözdür:
“…
Hey yakınlar uzaklar, bekler pusular tuzaklar
Tayfuna dönsün Sazaklar, göz ışığım Gün’üm gitti
Yetim kaldı körpe çağam, feryadımı nice boğam
Gün doğmak üzere ağam, gün batarken inim gitti
…” (Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU, Gün Sazak)
- Şiir bazen, koca bir kıtanın çaresizliğini bir kız çocuğu üzerinden anlatır:
“Uzatır gibi elini kara bir Afrika büyüsüne
büyük büyük açtı kız düğmelerini
tek bildiği buydu.
Batarken güneş dağların ardına
anlamını çözemediği şiirler okurdu koca memeli anası
ve bi tuhaflık sarardı içini kızın
günahtı ne de olsa mavi gözlü bi muhabiri sevmek
Tanrıların unuttuğu Afrika’da.” (Özlem TUTAR, Karasevda)
- Şiir bazen, gurbeti ve çekilenleri usta-çırak ilişkisi üzerinden betimler:
“Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
*****
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?
*****
Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?” (Refik DURBAŞ, Çırak Aranıyor)
- Şiirler bazen, dağları içine düşülen çaresizliğin simgesi yapar:
“Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
*****
Şehirler bana bir tuzak;
İnsan sohbetleri yasak;
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.
*****
Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.
*****
Yarimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;
Yelleri bana gönderin;
Benim meskenim dağlardır.
*****
Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır” (Sabahattin ALİ, Dağlar)
- Şiir bazen, yüce Rehbere serzenişi anlatır:
“…
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar mademki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili” (Sezai KARAKOÇ, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine-2)
- Şiir bazen, hayali bir sevgiliye sesleniştir:
“…
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir narçiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.
…
Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.
…” (Sezai KARAKOÇ, Mona Roza)
- Şiir bazen, yaşamı betimler:
“saatler doğruymuş, vakit yanlış
aydan başka kime ne
adında bile hüzün geçiyorken bu şehrin
ay demir, gök kurşun
nereye sığınır gölgesi
toprağa sığınmış bedenlerin” (Tülay YENER)
- Şiir bazen, sadece acıyı anlatır:
“Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
*****
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
*****
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
*****
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgâr çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını…” (Ümit Yaşar OĞUZCAN, Acılar Denizi)
- Şiir bazen, vefasızlığı anlatır:
“…
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
…” (Ümit Yaşar OĞUZCAN, Bir Gün Anlarsın)
- Şiir bazen, beklenmedik bir ölümü ve yarattığı dramı anlatır:
“6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam benim oğlumdu…
…” (Ümit Yaşar OĞUZCAN, Galata Kulesi)
- Şiir bazen, yaşanılan şehri İstanbul’u anlatır:
“Sana geldim, içim ümitlerle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adım unutulur
*****
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak
Göğün bulutların, denizlerin kalır
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır
*****
Ezilmiş ellerimin arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış
İşte gelip kapılarına dayanmışım
*****
Karşında yıkılmış bir duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim.” (Ümit Yaşar OĞUZCAN, Üstüme Varma İstanbul)
- Şiir bazen, sözcüklerin yetersiz kaldığı eşsiz bir dev adamı anlatır:
“…
Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Ölmemiş bir kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde,
Yaşıyor dört köşesinde vatanın
Yaşıyor damar damar yüreklerde.
*****
Mustafa Kemal’i düşünüyorum,
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Mavi gözleri ışıl ışıl, görüyorum
Uykularıma giriyor her gece.
Ellerinden öpüyorum.” (Ümit Yaşar OĞUZCAN, Mustafa Kemal’i Düşünüyorum)
- Şiir bazen, hayata olan öfkeyi en yakın dostumuz/annemiz üzerinden betimler:
“Hani benim sevincim nerede;
Bilyelerim, topacım,
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim?
Çaldılar çocukluğumu habersiz..
Penceresiz kaldım anne,
Uçurtmam tel örgülere takıldı..
Hani benim gençliğim nerede?
…” (Yusuf HAYALOĞLU, Hani Benim Gençliğim)
[1] Arapça şˁr kökünden gelen şiˁr “şiir” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça şaˁara “bildi, andı” fiilinin fiˁl veznidir. Bu fiil İbranice şrr kökünden gelen şīr “1. dizi, zincir, gerdanlık, 2. manzume, şarkı, şiir” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu da Aramiceden alıntıdır.
Bu yazıda yer alan görüşler yazarına ait olup çalıştığı kurumu bağlamaz, yazarın çalıştığı kurum veya göreviyle ilişki kurulmak suretiyle kullanılamaz. Yazıdaki tüm hatalar, kusurlar, noksanlıklar ve eksiklikler yazarına aittir.